Bilimde Replikasyon Krizi Nedir?

2010’lu yılların başından itibaren psikoloji araştırmacıları, geçmişte yapılmış ünlü psikoloji deneylerini tekrarlayıp aynı sonuçları bulmak istediler… Ve birçoğunda aynı sonuçları bulamadılar. Yani acaba bütün o ünlü deney bulguları yanlış mıydı?

Merhaba herkese, bu yazıda, Psikoloji (ve sosyal bilimler) alanında son 10 yılda popüler olan bir kavram olan, “Replikasyon Krizi” kavramından bahsedeceğim. Bilime güvenmek isteyen herkesin bilmesi gereken bir konu olduğunu düşünüyorum.

Biraz uzun bir yazı olabilir fakat ana akım bilgi kaynaklarının paylaşmadığı tarzda bir yazı olacak. Hazırsanız Replikasyon Krizi’nin ne olduğundan, ortaya çıkma sebeplerinden, nasıl keşfedildiğinden ve varlığı keşfedildikten sonra bilim dünyasındaki yansımalarından bahsettiğim yazıya başlayayım.

Replikasyon Nedir?

Replikasyon ne demektir önce onu kısaca anlatayım. Replikasyon, “bir araştırmacı bir deney yaptıktan sonra, o deneyin aynısını, başka bir araştırmacının da yapıp ilk araştırmacıyla aynı sonuçları bulması” demektir. Eğer iki araştırmacı da aynı deney prosedürünü takip edip sonunda aynı sonuçları buldularsa buna replikasyon deniyor.

Mesela ben bir psikoloji deneyi yaptım, deney sonucunda sınavdan 10 dakika önce dondurma yiyen insanların sınavdan daha yüksek not aldığını buldum. Benim 1 tane deneyde böyle bir sonuç bulmuş olmam bu bilginin kesinlikle doğru olduğu anlamına gelmiyor. Bu sonucu tesadüfen şans eseri de bulmuş olabilirim. Başka bir araştırmacı benim araştırma sonucuma bakıp “ne alaka bu ikisi” diyebilir. O zaman kendisi benim yaptığım deneyin aynısını (ya da benzerini) tekrarlayabilir. İşte eğer bunu yaparsa bu benim deneyimin replikasyonu olmuş oluyor. Replikasyon iyi bir şey yani.

İkinci araştırmacı benim yaptığım deneyin aynısını yapıp, dondurma yemenin sınav başarısını yükselttiği sonucunu bulamazsa, diyoruz ki “aaa acaba dondurma ve sınav başarısı arasında gerçekten bir ilişki var mı yoksa acaba gerçekte böyle bir ilişki yok mu”. Sonra atıyorum 3 araştırmacı daha aynı deneyi yapıyor, dondurmayla sınav arasında bir ilişki bulamıyorlar. O zaman diyoruz ki “büyük ihtimal ilk deneyde bulunan sonuç yanlış yani dondurma yemek sınav başarısını gerçekte etkilemiyor olmalı”.

Öte yandan eğer bu 3 araştırmacı da benim başta bulduğum sonucu bulsaydı, o zaman derdik ki “hmm büyük ihtimal sınavdan önce dondurma yemek gerçekten sınavdaki başarıyı arttırıyor olabilir”. Yani bu şekilde tekrar tekrar yapılınca ne olmuş oluyor, gerçekte neyin doğru neyin yanlış bilgi olduğu hakkında daha iyi bir fikir edinmiş oluyoruz. İdeal dünyada bilim böyle ilerliyor, doğru bilimsel yaklaşım bu. Fakat maalesef ideal dünyada yaşamıyoruz.

Replikasyon Krizi Nedir?

“Replikasyon Krizi” denen kavram, eskiden yapılmış deneyleri yakın geçmişte başka araştırmacıların da tekrar yapması ve aynı sonuçları bulamaması, ve bunun çok fazla deney için çok fazla kez yaşanmış olması sonucunda ortaya çıkan bir kavramdır. Yeni ortaya çıkmış bi kavram bu, 2010’lardan başlayarak bilim dünyasında yerini aldı fakat halen daha yeterince popüler olduğunu söyleyemeyiz. Replikasyon Krizi ilk kez Psikoloji alanında keşfedilen bir durum fakat Psikoloji ile sınırlı kalmıyor, daha sonradan diğer bilim dallarında da geçerli olduğu keşfediliyor (özellikle Sosyal Bilimler ve Biyoloji alanlarında).

Replikasyon Krizi’nin Varlığı Nasıl Keşfedildi?

Yazının başına geri gidersek, replikasyon krizi “Niye 2010’ların başından itibaren” diye düşünüyor olabilirsiniz. 2010’dan önce replikasyon deneyi yapılmıyor muydu? Ya da insanlar neyin gerçekten doğru, neyin o kadar da doğru olmadığını bilmek istemiyor muydu? Cevap biraz karışık.

Bilimin güvenilirliği ve replikasyon sorunları hakkındaki şüphelerini dile getiren bilim insanları 2010’dan önce de vardı (Rosenthal (1978); Bakan (1966); yine Rosenthal (1979); Ioannidis (2005)) ama o dönemin bilim dünyası onları yeterince dinlemedi. Replikasyon sorunları konusunda bardağı taşıran damla 2011 civarı aynı sıralarda yaşanan birkaç tane farklı olay oldu.

Replikasyon Krizi’nin varlığını gündeme getiren en önemli 5 olaydan aşağıda bahsediyorum.

Olay #1

Daryl Bem isimli çok saygın bir sosyal psikolog var. Kendisi “self-perception theory” isimli ünlü bir psikoloji teorisinin de sahibi. Daryl Bem, 2011’de, Sosyal Psikoloji alanındaki en saygın bilimsel dergi olan Personality and Social Psychology dergisinde bir makale yayınlıyor. Makalenin konusuysa… “gelecekte yaşanacak olayların şu anki karar veriş şeklimizi etkilediği”.

Bruh moment. Bilimsel pencereden bakan hiçbir psikolog buna inanmadı tabi ki. Ama sonra makalenin yazılış tarzına, deneydeki verilere ve verilerin istatistiksel analizlerine baktılar, ve gördüler ki bu araştırmanın analizinin en iyi bilimsel dergilerde yayınlanan diğer çalışmalardakinden hiçbir farkı yok. Ama gelecekte gerçekleşecek olayların şimdiki zamanı etkilemesi de akıl dışı bir durum. Bunun sonucunda Psikoloji alanında çalışan akademisyenler, “Acaba dergilerde yayınladığımız psikoloji deney sonuçlarının analizini yaparken bir şeyleri yanlış mı yapıyoruz?” diye düşünmeye başladılar.

Olay #2

Diederik Stapel, 2000’lerin en saygın sosyal psikologlarından birisiydi. Hollanda’nın önde gelen bir üniversitesinde Psikoloji hocasıydı. Eğer son birkaç yılda 1 tane “bilimsel etik” dersi aldıysanız adını mutlaka duymuşsunuzdur, sanki bilimsel hile yapan tek kişi oymuş gibi her derste sadece ondan bahsediliyor.

2011 yılında, Diederik Stapel isimli kişinin 1 değil, 2 değil, tam 58 tane psikoloji araştırmasında sahte veri kullandığı ve bilimsel dergilerde yayınladığı makalelerini bu sahte verilerin üzerine yazdığı ortaya çıkıyor. Makalelerini yayınlayan dergilerin birçoğu dünyadaki en saygın bilimsel dergilerdi. Bu olay ortaya çıkınca psikologlar arasında şöyle bir düşünce ortaya çıkmaya başladı: “Bu kadar yaygın bir sahtecilik nasıl fark edilemedi, acaba üzerine makaleler yazılan deneyleri incelerken neyi yanlış yapıyoruz?”

Olay #3

Üç tane biliminsanı (Simmons, Nelson & Simonsohn) 2011’de çok güzel bir makale yayınladılar. Bu makalede, herhangi bir araştırmacının, yaptığı deneyde elde ettiği verileri evirip çevirip tonla değişik istatistiksel test uyguladıktan sonra, gerçekte var olma ihtimali düşük olan bir etkiyi gerçekte varmış gibi göstermenin neredeyse kaçınılmaz olduğunu ortaya çıkardılar.

Bu çok büyük bir problem. Madem böyle bir şey mümkün, demek ki eğer yaptığımız deneyden sonra istatistikle yeterince oynarsak istediğimiz her şeyin gerçekte varmış gibi görünmesini sağlayabiliriz. Bu makaleden önce istatistiksel analizin yapılma şeklinin, deney sonucu yorumlama konusunda çok büyük bir problem yarattığı bilinmiyordu. Bu makale muazzam noktalara ışık tutup biliminsanlarını aydınlatmış oldu.

Olay #4

İngilizce orijinali “Priming effect” olan, Türkçe’ye “ön hazırlama etkisi” olarak geçen bir kavram var. Bu kavram yaklaşık 50 yıldır Psikoloji alanında yaygın olarak bilinen bir kavram.

Priming kavramı şunu iddia ediyor: Ortamda o an bilinçli olarak fark etmediğimiz etkenlerin (atıyorum odadaki bir çift göz resmi, dini bir kitabın varlığı, yaşlılığı çağrıştıran simgeler, bilinçsiz bir şekilde o an durduğumuz pozisyonun o an nasıl hissettiğimize etkisi), bu etkenlerin varlığının bilinçaltına işleyip o anki karar veriş ve davranış şekillerimizi etkileyebilir ve biz bu sırada bunu fark etmeyiz.

Priming kavramı ortaya atıldıktan sonra hızlıca çok popüler oldu çünkü bilinçaltı mesajların davranışları etkileyebildiği fikri çok ilgi uyandırıcı bir fikir. İnsanların ilgisini çekiyor bu.

Priming konusundaki en ünlü deneylerden biri şu: genç insanlara, laboratuvar ortamında, yaşlılığı çağrıştıran kelimeler gösterildiğinde, o insanların daha yavaş yürüdükleri ortaya çıkmış. Bu deney ilk olarak 1996 yılında yapılıyor. Deney epey popüler oluyor ve neredeyse bütün psikoloji ders kitaplarına giriyor. 2012 yılına kadar hiç kimse bu deneyi tekrar etmiyor yani replikasyonunu yapmıyor.

Ne var ki 2012 yılında bir grup araştırmacı bu deneyin replikasyonunu yapıyorlar… ve böyle bir sonuç bulamıyorlar. Yani replikasyon denemesi başarısız olmuş oluyor demek bu. (Bir deneyin replikasyonu yapıldığında, deneyin orijinalindeki sonuca benzer bir sonuç çıkmazsa replikasyon başarısız oldu denir.)

Bu başarısız replikasyon denemesinin ardından teker teker başka bir sürü priming deneyinin daha replikasyonları yapılmaya başlanıyor. Ve çoğu replikasyon denemesi başarısız oluyor.

Mesela başarısız olan bir replikasyon örneği daha vereyim çünkü herkes hala gerçek sanıyor: 1988 yılında yapılan bir deneye göre, dişlerinin arasında bir kalem tutmanın, insanların bir karikatüre daha çok gülmesine sebep olduğu sonucu bulunmuş, aşağıdaki resimdeki gibi. Kalemi bu şekilde tutmanın insanların gülerken aktive ettiği kasları aktive ettiği için mutluluk seviyemizi arttırdığı sebebiyle böyle bir sonuç çıktığını düşünmüşler. Yine yaşlılık deneyi gibi, yıllarca kimse bu deney sonucunu yeterince sorgulayıp deneyin replikasyonunu yapmamış.

kalem gülümseme deneyi psikoloji

2016 yılında, yaklaşık 50 tane psikologdan oluşan bir araştırma grubu, bu kalem deneyinin birbirlerinden bağımsız olarak 17 tane replikasyonunu yapıyorlar. Ve sonuçları analiz ettiklerinde, ağızda kalem tutmanın mutluluğu ya da komikliği arttırdığı şeklinde bir sonuç bulamıyorlar. Yani inanmayın ağızda kalem tutmak mutluluğu falan arttırmıyor.

Replikasyon denemeleri yapılıp yapılan replikasyonların başarısız olduğu tek konu priming değil, ama priming konusundaki replikasyon denemelerinin başarısız olma oranı özellikle yüksek. Bir noktada Nobel ödülü kazanan az sayıda psikologdan biri olan Daniel Kahneman bile olaya dahil oluyor. Kahneman, yaptığı priming deneylerinin replikasyonları başarısız çıkan araştırmacılara açık bir mektup yazıyor. Mektupta, priming araştırmalarının sebep olduğu yanlış bilgi yığınının temizlenmesi gerektiğinden bahsediyor. Ve bazı çözüm önerileri söylüyor. 2 sayfalık bir mektup, detayları merak edenler için bu linke tıklayıp okuyabilirsiniz.

Daniel Kahneman ne alaka derseniz: Daniel Kahneman’ın “Hızlı ve Yavaş Düşünme” adında bir kitabı var, kitapta insan beyninin işleyiş biçimi hakkında hayatı boyunca yaptığı çalışmaları anlatıyor. Bu kitap çok sayıda bölümden oluşuyor, 1 bölümü ise tamamen priming çalışmaları hakkında. (Bu arada bu kitabın piyasaya çıkış tarihinin 2011 yılı olması baya ironik.) Hızlı ve Yavaş Düşünme kitabı yayınlandıktan çok kısa süre sonra literatürdeki priming çalışmalarının çoğunun asılsız olduğunun ortaya çıkması Daniel Kahneman’ın hoşuna gitmiyor tabi. (Bu arada bu kitap okuduğum en iyi kitaplardan biri, merak edenlere öneririm diğer bütün psikoloji kitaplarının üstünde bu kitap benim için.) Neyse dördüncü olay da buydu.

Olay #5

Replikasyon Krizi kavramının bilim dünyasına girmesine yol açan beşinci ve son olay da şu: Psikolog Brian Nosek’in başını çektiği, Many Labs isimli devasa bir araştırma grubu oluşuyor, dünyanın çeşitli yerlerinden onlarca psikoloji laboratuvarı toplanıp bir oluşum kuruyorlar. Bu dev araştırma grubu, literatürde önemli gördükleri psikoloji araştırmalarının replikasyonlarını teker teker yapmaya başlıyorlar. Görüyorlar ki replikasyon denemelerinin önemli bir kısmı başarısız çıkıyor.

Replikasyon Krizi Keşfedildikten Sonra

Yani sonuç olarak, 2010’ların başından itibaren psikologlar fark etti ki, literatürde yayınlanan psikoloji deneylerinin hepsi olmasa da, birçoğu yanlış bilgi içeriyor. Araştırmacıların geçmişten beri benimsediği yanlış deney sonucu istatistik analizi yaklaşımları, bazı psikologların deyimiyle “çöp” bir literatür oluşmasına sebep oldu. Bu yanlış deney sonucu yığınının içinde çok değerli “gerçek” deney sonuçları var mı? Var. Ama bunları yanlış deney sonuçlarından ayırt etmek gerekiyor ki, bu da kolay bir iş değil. Zamana ve düzgün araştırma yöntemlerinin benimsenmesine ihtiyaç var.

İşte 2010ların başında bütün bu olaylar birbirinin üstüne gelince giderek daha fazla psikolog, şimdiye kadar doğru kabul edilip fazla sorgulanmayan araştırma yöntemlerinin kalitesini sorgulamaya başladı. Bazı önde gelen psikologlar bu replikasyon krizinden “psikolojinin rönesansı” olarak bahsediyorlar çünkü artık psikologlar yıllardır süregelen yanlış araştırma yaklaşımlarının farkına varıp bunu düzeltmeye çalışmaya başladı.

Peki bu replikasyon krizinin yaşanmasına neler sebep oldu? Perde arkasında belirli bir grubun bilim dünyasını yönettiğini söylemeyeceğim ama bilimin doğru şekilde yapılmasını engelleyen, bilim dünyasına yıllar boyunca hakim olan sistematik bozukluklar var. Bunun için ayrı bir yazı yazdım, yüksek lisansı bitirdikten sonra üniversitede hoca olmak yerine akademiden ayrılmamın sebebi de bu olduğu için bu konuda özellikle hassasım. (Torpilim olmadığı için Türkiye’de akademiye girmem zaten zordu ama neyse…)

Sonuç ve Bundan Sonrası

Psikoloji deneyleri hakkında yakın zamanda fark edilen, replikasyon krizine yol açan bozuklukları düzeltmek için neler yapılıyor? Çözüm önerileri hakkında da ayrı bir yazım bulunuyor, linke tıklayıp okuyabilirsiniz.

Son olarak şunu söylemeliyim ki replikasyon krizi sadece psikoloji alanına özgü değil. Belki fizik ve kimyada o kadar değil ama, biyolojide (özellikle kanser araştırmalarında) ve ekonomi deneylerinde de replikasyon denemelerinin başarısız olma oranı çok yüksek.

Ve şunu da eklemeden bitirmemek gerek: Bu replikasyon krizinin ortaya çıkması, psikolojiyi diğer alanlara göre daha az inandırıcı bir alan yapmıyor. Aksine, psikoloji alanı, bilimin yapılma tarzının yanlış olduğunu ve bunun da büyük bir replikasyon krizine yol açtığını ilk fark eden, ve bu durumu düzeltmek için adım atan ilk bilim dalı oldu. Aslında psikolojinin inandırıcılığı, benzer durumdaki diğer bilim dallarına göre arttı diyebiliriz.

Mesela şu an kanser araştırmalarının birçoğunun replikasyonunun başarısız olduğu ve bu durumu düzeltmek gerektiği görüşü, biyologlar arasında, psikologlara göre daha yavaş yayılıyor. Bu da, gerçekte var olmayan bulguların üzerine yeni araştırmalar yapılmasına, gerçekte işe yaramayan kanser tedavi yöntemlerinin benimsenmesine ve sonuçta çok büyük bir zaman ve sağlık kaybına sebep oluyor. Kanser tedavisinde vakit kaybetmenin ne demek olduğunu maalesef biliyoruz.


Sonuna kadar okuyup buraya geldiyseniz okuduğunuz için teşekkürler, umarım ufuk açıcı bir yazı olmuştur. Replikasyon Krizi hakkında Türkiye’nin önde gelen sosyal psikologlarından Adil Sarıbay hocamın da YouTube’da bir videosu var, Boğaziçi Üniversitesi’nde okurken Sosyal Psikoloji dersime de giren Adil Hoca videoda yaklaşık 2 saat boyunca konuşuyor ve replikasyon krizi hakkında baştan sona çok faydalı bilgiler anlatıyor.

Tekrar görüşene kadar bari siz bilimle kalın (çünkü gördüğünüz gibi geçmişteki bilim insanlarının birçoğu yeterince bilimle kalmamış).

istatistik danışmanlık hizmeti büyük

Deniz Şavkay hakkında 168 makale
Lisans eğitimimi Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünde, Yüksek Lisans eğitimimi Polonya'daki SWPS Üniversitesi Psikoloji bölümünde tamamladım. Davranış bilimlerine ilgi duyuyorum ve eğitim hayatımı bunun üzerine şekillendirdim. SPSS ile istatistik analizi yapmayı çok seviyorum. SPSS analizleriyle insan davranışındaki kalıpları keşfetmek ve insan davranışı hakkında iç görü sahibi olmak beni heyecanlandırıyor.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*